KENDİ GERÇEKLİĞİMİZİ UNUTTURAN DİJİTAL ROLLERE DAİR
Antik Yunan tiyatrosunda oyuncular, sahneye çıkarken yüzlerine maske takardı. Bu maskeler sadece kimliklerini gizlemek için değil, aynı zamanda oynadıkları rolü izleyiciye daha güçlü hissettirmek içindi.

Japon Noh tiyatrosundaki maskeler ise seyircinin bakış açısına göre anlam değiştirirdi. Yukarıdan bakan gülümseme görürken aşağıdan bakan bir hüzünle karşılaşırdı.

Peki, bizim çağımızda maskeler neye dönüştü?
Bugün hepimiz kendi dijital tiyatrolarımızda başrol oyuncusuyuz. Instagram’da, TikTok’ta, Facebook’ta; profilimiz bir vitrinden farksız. Filtrelenmiş yüzler, kurgulanmış hayatlar… Ama o sahnenin arkasında benliğimiz, gerçekliğimiz nerede? Maskelerimiz var mı yoksa artık sadece maske miyiz?
Modern psikoloji bu durumu “persona” kavramıyla açıklar: Toplumun bizden beklediklerini karşılamak için taktığımız sosyal maskeler. Freud ise maskelerin ardında bastırdığımız arzuların, duyguların olduğunu söyler. Sosyal medya, bu maskeleri yalnızca arzularımızı değil, eksikliklerimizi, kırılganlıklarımızı da gizlemek için en ideal platform haline getirdi. Hepimiz “güçlü” görünmek, popüler olmak, kabul görmek için yarışırken aslında içimizde tükeniyoruz.

Günde kaç saatimizi, gerçek yüzümüzü gösterme korkusuyla, “mükemmel” bir rolü oynamaya harcıyoruz? Daha beyaz dişler, daha pürüzsüz ciltler, kusursuz hayatlar… Bu kulağa modern zamanların “mutluluk tiyatrosu” gibi geliyor değil mi? Algoritmalar da bu oyunu körüklüyor çünkü gülen yüzler daha çok beğeni topluyor, ağlayanlar ise gözden kaçıyor. Böylece herkes, gerçek duygularını gizleyip sahte gülüşlerin ardında parmaklarının ucunda bir sahne kuruyor.
Ancak tiyatronun bir kuralı vardır: Perde sonunda iner, oyuncular maskelerini çıkarır ve gerçek yüzleriyle kalırlar. Bizim dijital sahnemizde ise perde hiç inmez. 7/24 çevrimiçiyiz. Hepimiz bu dev dijital arenada rol yapmaya devam ediyoruz. Sahici olmak, kusurlarımızı göstermek, filtresiz bir hayat paylaşmak artık cesaretin ta kendisi oldu.

Tam burada durup düşünmeli: Belki de en çok korktuğumuz, sakladığımız kusurlarımızdır bizi gerçekten birbirimize yaklaştıran. Maskeler düştüğünde yüzümüzdeki kırışıklıkların, kalbimizdeki yaraların ne kadar insanca olduğunu hatırlarız. Gerçeklik, kusursuzluğun değil, samimiyetin ta kendisidir.
Bugünün dünyasında sosyal medya sahnesinde gerçek kahramanlık, sahte rolleri başarıyla oynamak değil; maskeyi çıkarabilmek, kendi yaralarını ve eksikliklerini gösterebilmektir. Bu cesareti gösterenler, sadece kendileriyle değil, başkalarıyla da daha derin bağlar kurarlar. Çünkü insan olmak, kırılgan olmak demektir.
Belki de algoritmaların ödüllendirdiğinden çok daha güzel, çok daha anlamlı bir hayat, maskesiz yüzlerimizin ardında gizlidir. Gerçek gücümüz, sahte kusursuzluklarda değil; özgürce kendimiz olmaktan geçer.
Dijital maskeler çağında asıl mesele, maskeyi ne zaman ve nasıl çıkaracağımızdır. Bu, sadece bir kişisel dönüşüm değil, toplumsal bir uyanıştır. Çünkü ancak gerçeklikle yüzleştiğimizde, hem kendimizi hem dünyayı dönüştürebiliriz.
Aysu ERGÜLER / Onyedi Eylül Gazetesi















Yorum gönder