Mississippi Burning(1988)
Öncelikle film ikisi Yahudi biri siyahi olan üç genç aktivistin cinayetiyle başlıyor ve 1960’lar Güney Amerika’sına olan yolculuğumuzda başlamış oluyor. Film 2 FBI ajanı olan biri yaşlı kurt diğeri ise akademili idealist memurun bu davaya atanması ve güneye gelmesiyle devam ediyor. Tabii kökenleri farklı olan bu iki memurun davaya yaklaşımları da farklı. Yaşlı olan zaten daha önce bir güney kasabasında şeriflik yaptığı için güneyde ki insanlara,toplumuna ve aile yapısına daha yatkın görünüyor bu yüzden direk şüphelilerle konuşmak yerine önce yerel halkla bağlantı kurarak onlardan bilgi almaya çalışıyor, öte yandan genç memurumuz hayatı boyunca büyük şehirlerde yaşadığından ve orda ki adalet işleyişine yatkın olduğu için geldiği gibi emirler vermeye başlayıp olayın köküne inmek istiyor film de sık sık bu iki karakterin anlaşmazlıklarını ve tartışmalarını görüyoruz. Film boyunca insanın kendinden olmayana karşı olan nefreti ve nefretin doğuştan değil öğrenilen bir şey olduğunu anlıyorsunuz ve belki de modern tarih boyunca en zalim ve Amerikan tarihine skandalları ve komplo teorileriye damga vurmuş ku klux klan hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Film zaten iyi olan hikaye akışının yanında olağanüstü oyunculuklarla birlikte bir de Amerika’nın güneyinde ki kavurucu sıcaklığı ve sık bataklıkları gösterdikçe atmosfer daha boğucu ve gerilimli bir hal alıyor. Kısacası eğer 2 saatinizi verip ömür boyu aklınızda kalacak ve sizi bazı konular hakkında düşünmeye sürükleyecek bir film arıyorsanız Mississippi Burning yanlış bir seçim olmayacaktır.
Son olarak filmi bitirdiğinizde anlıyorsunuz ki ırkçılık hâlâ bitmiş değil ve günümüzde hâlâ ırkçılığın nefesini ensemizde hissedebiliyoruz. Eğer filmi beğendiyseniz ve tadı damağımda kaldı diyorsanız aynı yönetmenden çıkan Angel’s Heart filmini de şiddetle öneririm, konular farklı olsada yönetmenin bu eserinde de Amerika’nın güneyini ve mistisizmini harmanlayıp biz izleyicilere keyifli bir iki saat geçirtiyor.
Yusuf Güleoğlu
Yorum gönder